Bugun...


DR. KEMAL KAMBUROĞLU

facebook-paylas
Doğayı Katletmek- Hayatı Öldürmek
Tarih: 09-06-2021 09:12:00 Güncelleme: 09-06-2021 09:12:00


Türkiye’nin gündeminde günlerdir tartışılan deniz salyası yani “müsilaj” dedikleri mesele var. İnsan eli ile varlığı hazırlanmış, geleceğimizi yok edecek bir doğa olayı. Biz çok seneler evvel Beşiktaş Köyiçi’nde doğduk. Doğduğumuz yıllarda sonradan Coğrafya dersimizde öğrendiğimize göre İstanbul’un tüm nüfusu sadece bir milyon, Türkiye’nin tüm nüfusu ise 29 milyon imiş. Bu anlatacaklarım size Evliya Çelebinin 16. yüzyıl anlatımları gibi gelmesin. Sadece 55 yıl önce daha ilkokula yeni başladığımız yıllardan bahsediyorum. Hani o güzel şarkıların Türk filmlerinde söylendiği, Türkan Şoray ile Cüneyt Arkın’ın Rumeli Hisarı sırtlarında yemyeşil çayırlarda koştuğu, ağaçların arkasına saklandığı yıllar. E, Boğaz kıyısında doğduk, büyüdük, Boğaz kıyısında rıhtımı olan Gazi Osman Paşa Ortaokulunda okuduk. Şeref Stadının rıhtımından rahmetli babamın ve arkadaşlarının yüzmeyi öğrenmem için beni derin sulara attıkları (emniyetini alarak) 5-6 yaşımızdaki yıllar. Sonrasında aynı kıyılarda balık tutma sevdasına kapılmamız. O yıllarda Boğaz’ın suları lacivert mavi idi ve 10 metre derinlikte bile taşları, balıkları görürdünüz. Bizim ev Köyiçi’nde Uzuncaova caddesinde idi. Beşiktaş’ın merkezi Barbaros Meydanı, Beşiktaş iskelesi, Köyiçi, Ihlamurdere Caddesi ve devamla Ihlamur dediğimiz Osmanlı’nın Ihlamur kasrının bulunduğu bölge idi. Dikilitaş hemen Ihlamur’un bittiği yerde başlayan bölge idi. Ihlamur, ağaçlık mesire yeri bir alandı ve bayramlarda salıncaklar, atlıkarıncalar filan kurulurdu. Harçlıkları topladık mı soluğu Ihlamur’daki bayram yerinde alırdık. Ihlamur’un devamı yani bu günkü Fulya dediğimiz alanda birkaç gecekondudan başka bir yapı yoktu ve çok ıssız alanlardı, gece kimse gitmezdi. Gündüz bile pek geçilmeyen bölgelerdi. Hele Dikilitaş’tan sonraki sırtlarda yani bu günün Mecidiyeköy, Levent, Ayazağa, Ulus Mahallesi gibi alanlarda insanla karşılaşmak çok nadirdi. Yıldız’a ve Balmumucu’ya çıkan bölge, darphanenin olduğu bölge filan tamamen bostan ve tarla idi. Çünkü hemen her yer bostan, ağıl, karpuz tarlaları filandı. Ben doğmadan birkaç yıl evvel rahmetli anacığımın anlattığına göre Ihlamur Kasrının önündeki Hamidiye çeşmesinden su dolduran sakanın birini Mecidiyeköy tarafından inen kurtlar atı ile birlikte parçalamışlardı. Sanırım İstanbul Boğazı’na buz kütlelerinin geldiği ve insanların yürüyerek Üsküdar’a geçtikleri sene olacak. Bizim Beşiktaş’ın ortasından Ihlamur Deresi akardı. Şimdi üstü kapalı ve kuru.

Derenin sağı ve solu tamamen bostanlardı ve her türlü sebze, kavun, karpuz yetişirdi. Evler derenin sağ ve solundaki sırtlardan itibaren yukarı doğru idi. Derenin öbür yakasında Akaretler, Şenlikdede, Teşvikiye, Muradiye filan yerleşim yeri idi. Tabii yediğimiz her meyve, sebze, peynir, kaymak, et, bal, içtiğimiz süt her şey tamamen katıksız ve doğaldı. Yoğurtçu Sıddık Amcanın elinde çıngırak, sırtında büyük bir ağaç dalının iki ucuna takılmış yoğurt kapları ile geldiğinde o büyük tabladan incecik yoğurt küreği ile kesip verdiği yoğurdun tadını unutmak mümkün mü? Şimdi yediklerimiz de yoğurt mu yani? Ya da Sütçü Bulgar Amcanın o küçücük dükkânındaki “rulo manda kaymağının” tadını bulabilir misiniz?  Ortaköy’den geçip Arnavutköy’e yaklaştığınızda çilek kokuları buram buram size doğru gelirdi. Rahmetli anacığım çilek mevsimi geldiğinde bizim kendi manav dükkânımıza iner en güzel ve ufak Arnavutköy çileklerini seçer, kışlık reçelleri yapmaya başlardı. Boğazda Pazar günleri mahallece dolmalı börekli, çalgılı türkülü vapur gezilerine çıkardık. Çengelköy’e yaklaştığımızda mis gibi salatalık kokusu gelmeye başladı. Kemerburgaz’ın patlıcanı dünyanın en güzel çok küçük çekirdekli patlıcanı idi.

Evde karnıyarık yapılınca yemeye doyamazdık. Domates, biber, patlıcan gibi sebzeler yaz mevsimi demekti, şimdiki gibi imal edilmiş biçimde her mevsim yoktu çünkü her şey tabiatın verdiği biçimde doğaldı. Bizim Köyiçi’ndeki dükkânın yanında balıkçı dükkânları da vardı. Rahmetli Hasan amcanın astığı çirozlara bayılırdık. Torik balığından yapılan “lekarda”nın tadı hala damağımızdır. Şimdiki gençlerden kaçı torik balığını görmüştür bilmiyorum. Çünkü kalmadı. Ortaokulda iken Boğaz’da lüfer akını olurdu. “Hırsız iğneli” dediğimiz olta takımı ile ne kadar lüfer yakaladığımızı tahayyül edin. O kadar boldu ki; 1980 lerde bile “kofana”nın üç tanesi 10 liraya seyyar kamyonlarda satılırdı. Kızkulesi civarında lüfer sandallarından geçilmezdi. Beşiktaş Kaymakamlığı bahçesinde kıyıdan çapari attığımızda tuttuğumuz istavrit kasa ile olurdu. Çocukluğumuzda Ortaköy Lido plajı, Bebek sahili, Tarabya plajı, Büyükdere Beyaz Park plajı, Sarıyer plajı, Rumeli kavağı plajı, geç karşıya Anadolu kavağı plajı, Altınkum plajı, Küçüksu plajı, Salacak plajı devamla Suadiye plajı, Caddebostan plajı pırıl pırıl denizin ve kumun buluştuğu yerlerdi. Küçüksu deresi cam gibi berrak akardı ve dere balıkları tutulurdu. Yeşilköy bölgesinde Ataköy plajı, Güneş plajı, Haylayf plajı, Menekşe plajı, Florya plajı suya girdiğimizde balıkların ayağımızın altında yüzdüğü cennet köşelerdi.1977 lerde Balıkesir Edremit Güre’de küçük bir yerimiz oldu.

Yazları izinlerde gidip kalıyorduk. İzmir- Çanakkale asfaltının deniz tarafında idik. Denizin kenarında bir kooperatif idi. Kooperatifin bir bekçisi vardı, Emin. Telefon ederdik, Emin balıkları fırına at geliyoruz diye. Emin’in 5 metrelik sicim oltası ile tuttuğu iki-üç kiloluk çipuraları fırına koyduğunu biliriz. Deniz sevdamız büyük olduğundan sualtı balık avlama merakımız da büyüktü. Göğsümüzün yere değeceği kadar sığ suda iki kiloluk çipuralar, üç-dört kiloluk levrekleri çok avladık. Hatta öyle ki levrek sürüsünün arasında kalıp hangisine zıpkın atacağımızı şaşırınca hiç vuramadığımız da olmuştur. Ama o yıllarda su cam gibi pırıl pırıl idi. Tekneden bakınca 10 metrede dipteki balıkları görürdünüz. Edremit Körfezi balık havuzu gibiydi. Tüm yatakları bilirdik. Kıyıdan 200 metre açıkta 25 metrede olta ile çok mercan almışızdır. Tabii yanında gelen kiloluk  “hanos- hani” balığı da bonus olurdu. Şimdi bir tane bulmak mümkün değil. Neden? Öncelikle o bölgelerde de nüfus hızla arttı. Kaz dağından gelen soğuk sular artık denize ulaşamıyor. Bazı doğa katliamcısı müteahhitlerin yaptığı sitelerden atık sular doğrudan denize veriliyor. Hâlbuki levrek de çipura da temiz ve oksijeni bol denizi sever. Öte yandan evden asfalta çıkana kadar 900 metre mesafede zeytinlikler içinde onlarca tavşan ve sincap önümüzde koştururdu. Şimdi bir tane bile yok biliyor musunuz? Hala zeytinlikleri kesip ev yapalım derdindeler. Evet, doğayı sürekli yok ettik.

Marmara Denizindeki deniz salyası yani müsilaj da bunun sonucu. Trakya’daki fabrika sahibi para babaları biraz masrafa girselerdi, atıklarını nehirlere, denizlere akıtmasalardı doğa bu gün intikam almak için müsilajı size göndermezdi. Aslında sadece doğayı değil çocuklarınızın, torunlarınızın geleceğini yok ediyorsunuz efendiler. Torunlarınız sizin mezarınıza geldiğinde ne okuyacaklar dersiniz? Bu gün tedbir alınsa bile sözkonusu deniz salyası ancak 6-8 senede temizlenebiliyormuş. Üstelik devamı halinde denizlerde hayatın yok olması da garanti. Hâlbuki denizlerdeki zenginlik de bu ülkenin insanlarının değil mi? Edremit körfezine 10 yıl önce giren troller deniz dibini mahvederek tüm balık kaynaklarını yok etti. Bu sırada Yunanlı ne yaptı biliyor musunuz; Midilli adasının etrafına yem dökerek Edremit körfezindeki tüm balığı Yunan’a çekti. Körfez bölgesi belediyelerine “buraya otobüs hurdaları atın da troller girmesin” dediğimizden seneler sonra körfeze betonlar atmak akıllarına geldi. Biz doğayı tahrip etmeye devem ettikçe doğa bizden misli ile intikam alacaktır. Şunu iyi bilmeliyiz, insanoğlu asla ve asla doğayı yenemez ve doğa bir gün mutlaka cezayı keser. Hem de en acı biçimde, ödenemeyecek bir fatura ile.     





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI