Bugun...


ÖZER ATAÇ

facebook-paylas
Çıkarsamalar (ll)
Tarih: 06-04-2018 17:15:00 Güncelleme: 06-04-2018 17:15:00


Yaşanmaya değer hayatın peçinde...

M.Tekelioğlu

 

Bir insanın hayatını anlamlı kılan nedir? Niçin yaşar bir insan? Ne uğruna onca güçlüğe katlanır? Sonunda varmak istediği yer neresidir?

Bu soruların cevabı tek değil elbette. Maksat cennete kavuşmak diyenlere Yunus Emre’nin güzel bir karşılığı var: “Cennet cennet dedikleri/ Birkaç köşkle birkaç huri/ İsteyene ver sen anı/ Bana seni gerek seni.”

Allah rızasını kazanmak cennete götürür insanı ama olsun. Birinde yaratana teslim olmak ve onu razı etmek gibi bir sevgi tezahürü arayabiliriz. Diğerinde ise sanki yaptıklarının bir karşılığı olmak lazımmış gibi bir hal var. Belki de sırrı şu bilmecede aramak gerekir: “Şeriat tarikat yoldur varana/ Hakikat marifet andan içeru.”

Ne de olsa günümüz insanı batı medeniyetinin baskın olduğu bir eğitim sisteminin içinden geliyor. Dolayısıyla her şeyin bir karşılığı olsun diyedüşünmesi normal. O sebeple de cennet talebinde sıra dışı bir durum yok.

“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” diyenler de olacak elbet. Onlar derinlemesine dinlense muhtemelen mutluluğun peşinde koştuklarını farkına varmadan anlatacaklardır.

Allah korkusuyla mı bulunur cennet, Allah sevgisiyle mi? Korku ile görülen her işte az da olsa bir gönül kırıklığı mevcuttur. O halde esas olan sevgidir.

Allah rızasını kazanmak ya da mutlu olmak için iki yol izlenebilir.

Her şeyden el etek çekip kendini bütünüyle ibadete verenler ya da ne bileyim mesela bahçesini güllük gülistanlık hale getirmekten başka bir faaliyete kapalı olanlar var bir tarafta. Mutluluğu arayıp bulmak önemlidir onlar için ve bunu da kendi başlarına başarmak için çırpınırlar.

Bir tarafta da kendini toplumun emrine sunup yararlı işler yapmaya çalışanlar ve Allah rızasını ya da mutluluğu bu yolda arayanlar… 

O halde bu iki yol üzerinde gidenlerin hangisi olursa olsun saygıyı hak ediyor.

Fakat biz daha çok ikinci yol üzre olanlarla ilgiliyiz. Siyasetle kendini toplum emrine sunanlar, bir sivil toplum kuruluşunda gayeyi temin için koşturanlar, bir hayır işiyle uğraşanlar, tabiatın korunması için gayret gösterenler, eğitimi kendisine dert edinenler… Saymaya kalksak bitmez… Hepsi bir gaye peşinde…

Tarihte de böyle. Fatih Sultan Mehmed, “İmtisâl-i câhidûfillâholubdurniyyetüm/ Dîn-i İslâm’unmücerredgayretidürgayretüm” derken esas gayenin cihat ve Allah rızası olduğunu vurgular gibidir. Allah ve Resulünün cihada dair emirlerini hatırlayanlar Sultan Fatih’in niyetini de tam yerine oturtacaklardır.

Tarihimizin saffet dönemi bu tür hikâyelerle doludur. Sultan Selim’in şu güzel sözü herkesin ama özellikle yönetim kademelerinin aklından hiç çıkmasa keşke… Vefatından önce yanında bulunan musahibi Hasan Can’a, yatakta bulunuşunu kast ederek “Hasan Can, ne haldür?” demiş, o da “Sultanım! Cenâb -ı Hakk’a tevecühedüp Allah’la olacak zamandur” deyince Sultan Yavuz Selim’in dilinden, yaşanmaya değer hayatın sırrına ermiş bir bilge tavrıyla şu kelimeler dökülmüştü: “Ya bizi bunca zaman kimün ile bilürdün? Cenâb-ı Hakk’a teveccühümüzde kusur mu fehmettün?”

Hasta hasta son seferine çıkan ve ömrünün çoğu at sırtında geçen Kanuni kendini hukukla bağlı hisseder ve Ebussud Efendinin fetvalarıyla birlikte öte dünya yolculuğuna çıkmak ister.

Tarihte gezinmek hepimiz için kolay ve zevklidir. Bugünleri konuşmak zorundayız ama… Hem konuşmayanlar hem de konuşturmayanlar açısından Allah rızası başka değerlerle yer değiştirmiş gibi. Kim kimin rızasını arıyor diye bakınca insanın aklı karışıyor. Çok kolay kullandığımız cümlelerden biri “Allah razı olsun”…

Ben bu işin bu kadar kolay olmayacağın düşünüyorum, kuşku içindeyim. Günümüz toplumunun dili ile eylemi tam bir uyuşmazlık içinde. Allah nasıl razı olacak bizden?

Günübirlik yaşayan insanların bu kadar çok olduğu başka dönemler de olmuş mudur, bilmiyorum. Bugünlerin yarını da var oysa… İnandığı değerlerin tam tersini savunanlar mı ararsın, inandığı değerler uğruna kılını kıpırdatmayanlar mı ararsın… Yarın hangi yüzle divanda boy gösterecekler…

Yaşanmaya değer hayatın peşine düşenler, yaşama sevincine zirve yaptırmak isteyenler, mutluluğu arayanlar sözüm size,  önünüzde kişisel ve toplumsal plan olarak iki yol var. İkisi de muteber. Fakat ille de ikincisi…

Zaman zaman kötümser duygular baskın çıkıyor insanda. Kişisel ve toplumsal sorunlar insanı bir ümitsizlik deryasının içine yuvarlıyor. Yaşama sevinci kayboluyor. Hayat anlamsız hale geliyor. Yaşanmaya değer hayat yokmuş hissi gelip bir yerlerinize oturuyor. Kendi kendinizi muhasebe ediyorsunuz ve o meşum tatminsizlik duyguları sizi boğmaya kalkıyor. Ne söylesem az, ne söylesem çok diye düşünüyorsunuz. Ne yapsanız anlamsız hale geliyor, ne anlatsanız anlayacak muhatap yok sanıyorsunuz. Bela mimarı sanki tek yoldaşınız… Ümitsizlik yasaklanmamış olsa duracağınız bir durak yok…

Şeyh Galib ile bitirelim. “Kimi terk-i nâm ü şâne kimi îtibâre düştü…”

 

ÇIKARSAMA:

1-Yaşam oluş itibarıyla oldu-bittidir; zorun(lu)luktur.

2-Sürdürmek; çoğunlukla zorluk, mutlak olarak ihtiyaç ve (kaçınılmaz) zayıflık içerisinde, yatıştırıcı  öz telkinlerle, umuşlarla,  zorunlukla olabilir.

3-Yunus'un hatun, yerleşke  tecrübesi, iştahı rahmet olarak normalin altında olduğundan, doğal olarak cennet ikramlarından etkilenmez; "küçümser". Bu kişiye özel bir durumdur; kıyasen anılmasının etkisi yoktur.

4-Yunus'un İlle de Allah'ı "Sen" tabiriyle yanında, kendinde, yakınında, ayrılıksız/sürekli hatta paylaşmasız istemesi; kişisel tecrübesi, tecrübenin giderek artan etkisi, tecrübeninçekimiyle bağlantılıdır; kıyasen anılması somut etkiler oluşturmaz.

5-Hakikat katmanlıdır; kabuk yarasız değil, içindekinin  sonunu, dönüşebileceği hali,  geçiciliğini gösterir. Aynı zamanda içindekini, verilen süreye veya tadıcısına nasip olana kadar korur.

6-Rıza katmanlıdır.  Niyet derinleştikçe, rızanın diğer katmanları belirir, zihin ile  işleyişe bağlanır.

7-Şeriat, tarikat, hakikat...Bunlar Yol'u tutmuş yolcunun niyet katmanlarıdır. Niyette samimiyet ısrarı; ısrar,  samimiyeti artırır. Aşamalarla  evreler /katmanlar yaşanır.

8-İçerinin dışarısı olduğunuiçeriye ulaşan bilir; süreç, sonuçta bitmez; gerçekte biten evredir.

10-“Baskın olan”, kuşatandır. Kuşatandan dışarıya çıkılması “Ancak Sultan ile” gerçekleşebilir; Sultan, aşan/aştıran değil, evreli , görecelikuşatandır.

11-“Karşılık beklemek” ihtiyacın eseridir; ihtiyaçlar evreni katmanlıdır; sonu yokluktur. “Bana Seni gerek, Seni” deyişi, ihtiyaçlar evreninin “görülen” sonudur. İhtiyaçlar arzulananla evrimleşir.

12-Alış-veriş, evrensel işleyişin ham halidir; tekamül alış-verişzıtlığının dönüşümüyle işliyor.

13-“Baskın medeniyetin eğitim sistemiyle”, “etkisine kapınılan rüzgarın” terimlerindeki sevk edicinin  farkı nicelikseldir.

14-Korku ve sevgi, dört  boyutlu evrenimizin sevk edici zıttıdır. Onlar  ayrılamaz, birbirini dönüştürür.

15-Saygı ve hak ayrılamaz; Hak her şeydir; her şey saygıya değerdir.

16-Allah’a yolculuk  zihin ve bedenledir; beden zihni takip eder.

17-Söz işe uygun olmazsa, inandırıcı olmaz; buyuranlar/yöneticiler, söz ile değil,  işleriyle sınanır.  İşe  içindeki söz, işin eksikliğidir; işi eksik kılar.

18-Ümitsizlik an’ların lütfunu yitirmenin ifadesidir; yerindelik sürdükçe.  Ümit sürer.

19-“Keşkeden” sonra ümitsizlik doğar.

 





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


HABER ARA
YUKARI