Yaklaşık bir aydır Boğaziçi Üniversitesinde rektörün istifası talebi ile protestolar devam ediyordu. Bir süre sonra meselenin güvenlik boyutlu değerlendirilerek güvenlik güçleri ile önlemler alındı. Lakin geçen pazartesi günü mesele boyut değiştirdi ve yüce dinimizin kutsal değerlerinden olan “Kâbe” nin bir resmi yere serilerek dört köşesine lgbt bayrakları, ortasına da şahmeran resmi koyularak çok ama çok büyük bir provokasyonun fitili ateşlenmek istendi. (Yapılan eylem çok aşağılık bir eylemdi ve yapanlar her kimse onları lanetliyoruz.)
Ancak Emperyal Güç Türkiye üzerindeki yüz yıllık emellerinden hiç vazgeçmedi. Bu gün de aynı emellere ulaşmanın ikinci aşamasını sahneye koymaya çalışıyorlar. Yaşı 45in altında olanlar 1980 öncesi bizim bu ülkede yaşadıklarımızı asla bilemezler. Hele öyle yaşı 20-25 olanlar belki masal gibi duymuşlardır. Ancak biz burada o dönemi “devlet görevimizdeyken sahada bizzat yaşayan genç bir devlet görevlisi olarak” şimdiki gençlerle bir ibret vesikası olarak paylaşmak istedik. Biz bu filmi 45 yıl evvel bizzat yaşayarak görmüştük. Hem de öyle bir filmdi ki Hollywood senaristlerine taş çıkartacak türden yazılmış bir senaryo. Bu gün Türkiye’de aynı filmin ikinci bölümü gösterime sokulmak isteniyor. Emperyal Güçlerin istihbarat örgütleri ki bunlar başta CIA, MOSSAD, MI6, KGB gibi örgütlerdir, işlerini çok profesyonelce yaparlar. Bu örgütler “hedef ülkelerin” sinir uçlarını yani hassas noktalarını en az o ülkenin devleti kadar iyi bilirler. Hepsinin o ülke içinde kendilerine müzahir sokaktaki adamdan akademisyenine, sanatçısından siyasetçisine, bürokratından gazetecisine kadar bir kısım yerli işbirlikçileri vardır. Bu işbirlikçiler etki derecelerine göre çoğunlukla ciddi maddi meblağlar karşılığında kendilerine verilen görevleri yaparlar. 1980 öncesi Türkiye “sağ ve sol” diye iki kampa ayrılmıştı. Sağ cenah İslami muhafazakâr, ülkücü -milliyetçi kesim tarafından oluşmuştu, sol cenah ise kendilerini daha ilerici diye tanımlar ve sosyalist düşünce sistemini savunduklarını iddia eden sosyalist ve komünistlerden oluşmuştu. Yukarıda saydığımız istihbarat örgütleri bir ülkeyi karıştırmak isterlerse ilk hedef kitleleri “üniversite öğrencileridir.” Çünkü üniversite gençliği yaşının verdiği doğal hal ile heyecanlıdır, ataktır, karşı duruş sergilemesi kolaydır.
İşte 1967lerden itibaren üniversite gençliği “aynı karanlık ellerce” provoke edilerek sağ ve sol grupların önce birbirlerine karşı kışkırtılması ve sonra da çatıştırılmasını hatta silahlı çatışmalara girmeleri sağlandı. Çünkü “karanlık eller” biliyorlardı ki “hedef ülkede” başlangıç noktası üniversite gençliği idi. Yine aynı “karanlık eller” kurdukları ve finanse ettikleri tüm “terör örgütlerini”nin de üniversite gençliğinin içine sızdırılarak yerleşmelerini sağladılar. Artık bu karanlık ellere bir “harekât alanı” açılmıştı. Bu durum aslında 1968lerden itibaren hazırlanan zemin ve iklim sonrası oluştu. 1970lerden itibaren başlayan öğrenci olayları devamla devletin memurlarının bölünmesine kadar gitti. Bu gün PKK terörü ile mücadelede yüzlerce şehit vermiş olan kahraman Türk Polisi, o yıllarda “Pol-Der” ve “Pol-Bir” gibi iki silahlı güce bölündü. Bu ülkenin polisleri birbirine o kadar düşman edildi ki silahlı çatışmalarda birbirlerini vurmaya başladılar. Hatta aynı görev timinin içinde olanlar bile fırsatını bulunca birbirlerini vurdular. Yine bu ülkenin fedakâr öğretmenleri de ortadan ikiye bölündü ve ilerici sol görüşlü olduğunu iddia eden kesim “Töb-Der”, karşı tarafta olanlar ise “Ülkü- Bir” adı altında muhafazakâr, ülkücü- milliyetçi kesim olduğunu ifade ediyorlardı. Hatta öğrenciler arasındaki bölünme liselere kadar indi ve “Dev-Lis” Devrimci Liseliler diye örgütler kurulup çatışmalara dâhil edildiler.
1970-1980 arası bu grupların silahlı çatışma dönemi olarak tarihe geçti. Öte yandan İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa gibi büyük şehirlerde çatışmaların olmadığı gün sayısı çok azdı. İşçiler bölündü, sol taraf DİSK, sağ taraf Türk –İş ve Hak –İş diye ayrıldı. Kısacası toplum karpuz gibi ikiye bölünmüştü. Şehirlerin ana caddelerinde belediye otobüsleri, kahvehaneler, lokantalar, okullar taranıyor günde 25-30 kişi öldürülüyordu. Örneğin Ankara Etlik’de “Akdoğan Sokak” diye bir sokak vardı ve her sabah güvenlik kuvvetlerince bu sokağın her iki başında iki kişi öldürülmüş olarak bulunurdu. Süreç içinde etnik ve inanç kökenli çatışmalar başladı. 1978 de Sivas’ta Alevi- Sünni olayları yaşandı.
Çorum olaylarında da provokatörlerin “cami bombalandı” “sular zehirlendi” gibi kışkırtmaları ile Alevi ve Sünni vatandaşlar karşı karşıya getirildiler. Çorum, Malatya olayları, Konya mitingi derken Kahramanmaraş olayları baş gösterdi. 19-25 Aralık 1978 de aynı el tarafından silahlandırılmış ve çoğu dışarıdan getirilmiş gruplar şehirdeki inançsal farklılıkları tahrik ederek büyük silahlı çatışmalar yaşanmasını sağladılar. Olaylarda 120 vatandaş öldürüldü, 200 civarında ev yakıldı ve 100ün üzerinde dükkân tahrip edildi. Bu olaylar üzerine 26 Aralık 1978 de 13 ilde “sıkıyönetim” ilan edildi. Ülkede kitleler için önemli konumdaki gazeteciler, siyasetçiler aynı karanlık eller tarafından suikasta uğradılar. Sağ kesim için çok önemli olan dönemin Gümrük Tekel Bakanı Gün Sazak (Aslında PKK’ya o dönemde akmaya başlayan silahları ortaya çıkarması da “karanlık elin” talimatında etken olmuştu), sol kesimdeki önemli gazeteci Abdi İpekçi, yine akademisyenlerden Bedrettin Cömert, Bedri Karafakioğlu, Cavit Orhan Tütengil, DİSK Başkanı Kemal Türkler gibi isimler aynı karanlık el tarafından öldürtüldü.
Siyasi iradelerin de inadı ve basiretsizliği ile bu karanlık sürecin sonunda 12 Eylül darbesi oldu ve TSK yönetime el koydu. Türkiye’de oluk oluk akan kan 13 Eylül sabahı birdenbire durmuştu. Bunun gerçek sebebi “Emperyal Yapının sahadaki ve saha dışındaki elemanlarının” sokaklardan bir anda çekilmeleri idi. Filmin 1nci bölümü izlenmiş ve bitmişti. Sonrasında filmin ikinci bölümünün çekimine başlandı. İkinci bölüm “ekonomik sistem değişikliği- Neoliberalizm” yolu ile toplumun değerlerinin değiştirilmesi sürecini kapsadığından birinci bölümün çekimine göre çok daha uzun sürdü.
Tabii ikinci bölümde sahne alan PKK ve FETÖ terör örgütlerinin hain eylemleri ile mücadele de çekim sürecinin uzun olmasında temel etkenlerdendir. Şimdi yaşananları görünce tecrübelerimize göre filmin ikinci bölümünün vizyona koyulma aşamasına geldiği anlıyoruz. Çok muhtemel ki; Emperyal Yapı “o meşum ve karanlık eli ile” birçok provokasyonlara hatta Allah göstermesin suikastlara teşebbüs edebilecektir. Dış politik gelişmeler ile içerdeki bu senaryoyu birleştirdiğinizde ülkemizin tam bir kaosa sokulmaya çalışıldığı çok açıktır. Bu kıskaçtan çıkmanın ilk basamağı istisnasız 83 milyonun “Biz bu filmin ilk bölümünü izledik, çok iğrençti. O nedenle ikinci bölümü seyretmeyi asla istemiyoruz, seyretmek isteyen varsa onları da lanetliyoruz.” demesidir.